top of page

Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, 2. Bölüm (1914-1950)

Yazarın fotoğrafı: Tarık UçarTarık Uçar

Güncelleme tarihi: 17 Mar 2024

Atatürk Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası Açılışında

1914 – 1950 dönemi pek çok ülke için olduğu gibi, Türkiye için de güçlük ve sıkıntılar içinde geçti. Türkiye ekonomisi 1914’den 1923’e kadar yaklaşık %50 küçülmüş, kişi başı gelirler %40 gerilemişti.


19. yüzyıl boyunca en çok ticaret yaptığımız iki ülke olan İngiltere ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı'nda düşman cephemizde yer alacaktı. Ancak savaş boyunca dış ticaret neredeyse tamamen durunca, Türk ekonomisinde kendine yeterlilik, korumacı politikalar, yerli sanayi ve milli iktisat gibi terimler konuşulur olmuştu.


Savaş başladığında İngiltere ve Fransa ile kesilen münasebetler, hükümete daha önce atılmasına cüret edilememiş bir takım adımlar atma hususunda cesaret vermişti. Osmanlı topraklarında yaşayan yabancı ülke vatandaşlarına evvelce tanınmış olan hukuk, yargı ve ticaret imtiyazları, yani kapitülasyonlar, kaldırılıverdi... Osmanlı'nın vergi gelirlerine el koyan Düyun-ı Umumiye’nin faaliyetleri askıya alındı... Osmanlı’nın dış borç ödemeleri tamamen durduruldu... Türkler, ekonomik olarak ayağa kalkmaya çalışacaktı...


1920'lerde Karadeniz Ereğli Kömür İşletmeleri
Karadeniz Ereğli'deki kömür işletmeleri.

Savaşın Osmanlı ekonomisi üzerindeki ilk etkisi, ithal ikamesine neden olduğu için, bir ölçüde olumlu görünüyordu; lakin hemen ardından hammadde darlıkları baş gösterdi. Ruslar da Karadeniz kıyısındaki Ereğli kömür madenlerini bombalayınca, kömür üretimimiz savaş öncesi yıla göre %75 düştü ve sanayi darboğaza girdi.


Savaş süresince ithalat ve üretim hızla düşüyor ancak gıdaya olan talep azalmıyordu. Aksine, büyük bir ordunun beslemesi gıdaya olan ihtiyacı fazlaca artırmıştı. Gıda konusunda kendi kendine yetemeyen kentlerde büyük sıkıntılar baş gösteriyor, askerin konuşlandırıldığı veya savaşın verildiği bölgelerimizde ise kıtlık görülüyordu.


1912 yılında, bugünkü Türkiye sınırları içerisinde kalan nüfusun %20'si gayrimüslimlerden oluşuyorken, 1925 senesine gelindiğinde bu rakam %2’ye gerilemişti. Kaybolan bu nüfus; Anadolu'nun tarım ürünlerini liman kentlerine taşıyan, oradan da Avrupa ticaret merkezleri ile aramızdaki bağlantıyı sağlayan Rum ve Ermenilerdi. İstanbul'un iaşe sorunu da ortaya çıkınca, gıda fiyatları Birinci Dünya Savaşı boyunca 18 kat artmıştı. Bu oran, savaşan tüm Avrupa ülkeleri içindeki açık ara en büyük rakamdı.


Balkan Savaşları sonrasında güçlenen Türkçülük akımlarının da etkisiyle savaş ortamı, milli tüccar ve Türk patron yaratmak için uygun zemini sağlıyordu. İttihat ve Terakki yönetimi, İstanbul'un iaşe sorununu çözme işini, partiye yakın olan az sayıdaki Türk tüccara verecekti. Bu kez savaş zenginlerinin, Türklerden yaratılmasına dikkat ediliyordu.


1920'lere gelindiğinde, ekonomide özel sektöre dayalı bir model öngörülmesine rağmen İttihat ve Terakki yönetimi, ekonominin denetimini tümüyle piyasaya veya özel sektöre terk etmeye henüz hazır değildi. Zaten Ermeni ve Rum tüccarların yokluğunda, böyle bir görevi sırtlayabilecek kabiliyette bir özel sektör de ortalarda yoktu.


Mustafa Kemal Atatürk, İş Bankası'nın açılışında
Atatürk, İş Bankası açılışında.

Devlet eliyle bir girişimci sınıfının yaratılması ve sanayileşme, 1920'li yılların iktisadi politikalarına yön veriyordu. Bu politikanın en meşhur meyvelerinden biri ise, özel sektörü desteklemek amacıyla 1924 yılında kurulan, İş Bankası'ydı.


Lozan Barış Konferansı ile başlayan ve 1928 yılına kadar süren müzakereler sonucunda Osmanlı Devleti’nin dış borcu yeniden yapılandırılmış ve Osmanlı topraklarını devralan ülkeler arasında paylaştırılmıştı. Türkiye'nin payına ise, tüm Osmanlı borçlarının %67’si düşüyordu. 85 milyon altın liraya ulaşan bu borcun ödemeleri, 1929 yılında başlayacaktı.


Ancak 1929 yılında Türkiye'yi, ve dahi dünya ekonomisini bekleyen başka bir zorluk kapıda beliriverdi, Büyük Buhran...


Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünyanın baskın gücü kabul edilen İngiltere kan kaybediyor ve Amerika'nın verdiği borçlar ile ayakta durabiliyordu. Endüstriyel güç Almanya ise savaşta mağlup olmuş, Amerika'nın istediği tazminatların altında eziliyordu, ödemesi de mümkün görünmüyordu. Tam da bu esnada, Amerika'da borsa çöktü ve dünya ekonomisi çıkmaza girdi.


Büyük Buhran'ı aklınızda şöyle daha kolay canlandırabilirsiniz; o güne kadar yaşanmış olan en büyük krizde, global ticaret %7 oranında daralmıştı. Büyük Buhran esnasında ise dünya ticareti %65 oranında küçüldü. Eşi benzeri görülmemiş bir durumdu ve 50 milyon kişi işsiz kaldı...


Büyük Buhran Türkiye'yi de derinden etkiliyordu, ancak yeni kurulan devlet, krizi fırsata çevirmesini bildi. Gelişmiş ülkeler dikkatlerini Büyük Buhran'ı yenmeye odaklamışken Türkiye, ortaya çıkan fırsattan yararlanarak korumacı politikalarını sertleştirdi ve devlet sektörü önderliğinde ithal ikamesi yoluyla, sanayileşmede hızla mesafe katetmeye başladı.


Lozan Barış Antlaşması'nın maddeleri daha öncesine müsade etmiyodu ama 1929 yılında Türkiye, gümrük vergilerini kendi belirleyebilme özgürlüğüne kavuştu. İthal mallara uygulanan ortalama gümrük vergi oranı %13'den %46'ya çıkarılmıştı. 1933 senesine gelindiğinde ise tekstil gibi son ürünlerin ithalatına uygulanan gümrük vergisi %80'i, şeker ithalatına uygulanan vergi ise %200'ü aşacaktı. Sanayileşmeyi teşvik etmesi amacıyla makina ve hammadde ithalatında gümrük vergileri düşük tutuluyordu.


Atatürk, Sümerbank'a ait Nazilli Basma Fabrikası açılışında
Atatürk, Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası'nda.

İthal ikamesinin en önde gelen sektörü olan tekstil alanına öncülük etmesi için, 1933 yılında Sümerbank kuruldu. İlk büyük sanayi tesisini de Sovyetler Birliği'nden alınan kredi ile 1935 senesinde Kayseri'de açtı. Bu kredinin geri ödemesi ise para ile değil, narenciye ile yapılacaktı.


1939 yılında İkinci Dünya Savaşı kapıya dayandığında ise Türkiye, tarafsızlık politikası izledi. Bu politika ülkeyi savaşın tahribatından koruduysa da, savaş ekonomisinin dışında tutmaya yetmedi. Askeri harcamaların tedbir amaçlı artırılması, büyük bir ordunun beslenmesi ve ithalatın yeniden daralması, ekonomiyi zorluyordu. Çare olarak devlet, ağır vergi yükleri getirmenin yanı sıra, savaş boyunca tarımsal ürünlerin büyük bir bölümüne, piyasanın çok altında kalan fiyatlarla el koymaya başladı.


Özetle, Cumhuriyet’in erken yıllarına, devlet eliyle özel sektör yaratma çabaları damga vurmuştu. Devletin büyük ya da küçük alımları, yaptırdığı inşaatlar, bu amaçlarla açılan ihaleler, kamu ve özel bankaların kullandırdığı krediler, Müslüman – Türk kesim arasında yeni bir özel sektör yaratmanın metotları olarak, işte bu dönemde geliştirilmeye başlandı.


Kimi zaman bu yöntemler olumlu sonuç verirken, kimi dönemlerde ise olumsuzlukları görüldü.


İktidarın kendi zenginlerini yaratmaya çalıştığı bu ortamda, kişiler ve firmalar fiziki sermayeye, eğitime, beceriye ve teknolojiye yatırım yapmak yerine, çabuk kazanç elde etmek için devlete yakın durmaya çalıştılar. Geçtiğimiz yüzyıla toplu olarak baktığımızda, devlet eliyle özel sektör yaratma stratejisinin bir yandan iktisadi büyüme ve gelişme yarattığı, öte yandan ise eşitsizliği artırdığı, tümüyle engellemese de iktisadi büyümeyi sınırlandırdığı görülüyor.


Savaşlar ve bunalımlarla dolu bir dönemde, Türkiye’nin pek çok gelişen ülkeden daha ağır koşullarla karşı karşıya kalmasına rağmen, gelişen ülkeler ortalamasından daha yüksek bir büyüme eğilimi yakalayabilmesinin en önemli nedeni; güçlü korumacılık önlemleri sayesinde sanayileşme sürecini başlatmasıdır.



Kaynaklar

[1] Türkiye'nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, Şevket Pamuk, 2022.

 

 

 
 
 

Comments


Yazılarımdan haberdar olmak için abone olun!
  • LinkedIn

© 2024 by Tarık Uçar

bottom of page